OxyContin, 90'ların sonuna doğru ABD'de Purdue Pharma adlı bir şirket tarafından üretilen bir ilaç. Piyasaya sürüldüğünden beri yani 20 yılda 500 bin kadar kişinin ölümüne sebep oldu. OxyContin, oxycodone etken maddesini içeriyor ve bu bir opioid türü ilaç. Yani morfin benzeri, genellikle ağrı kesici olarak kullanılan ilaç türü. İşin kötü yanı ise bu ilaçların ağrı kesici özellikleri yanında bağımlılık yapmaları.
OxyContin ilk çıktığında herkesin onu mucize olarak görmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Çünkü bu ilaç kronik ağrı tedavi edici olarak piyasaya çıkıyor ve tek bir tablet bile ağrıyı 12 saat hissettirmiyor. 12 saat kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Özellikle de ağrıyla yaşayan ve hayattan artık hiç zevk alamayan insanlar için.
Bütün haber kanalları, gazeteler bu ilacı kutsallaştırarak anlattı. Hatta bu ilaca bir de "merhamet meleği" demeye başladılar. Çünkü her şey en başta mükemmeldi. Özellikle yatağa bağlı yaşayan hastalar için artık basit gündelik şeylerden zevk almayı sağlayan bir mucizeydi. Hastalar haberlere çıkıp hayatı artık bambaşka yaşadıklarını, her şeyin tadını şimdi almaya başladıklarını anlatıyorlardı.
Reçeteli olarak satılsa da OxyContin'in suistimal edilmesi kaçınılmazdı. Zira öyle de oldu. Çünkü bu ilaç, ağrı kesici olmaktan daha öte bir uyuşturucuydu. Bağımlılık yapan ve kontrole tabi maddelerden hareketle sentezlenen ilacın eroine benzer yönleri çok fazlaydı. Düşünsenize, uyuşturucu bağımlısının yoksunluk krizinde, o krize son verebilecek reçeteyle rahatlıkla ulaşabileceği bir ilaç vardı. Bağımlılar için kaçırılamaz bir fırsattı bu. Bir de ortada parayla reçete yazan doktorlar varsa bu iş tamamdı!
Bağımlılar bu işi ilacı tablet formuyla alarak yapmıyordu. Tablet formu ilacın vücutta 8-12 saat arasına kadar kalmasına ve etki göstermesine neden olacak şekilde tasarlanmıştı. Ancak bağımlılar, bunu da keşfetmişti. Onlara 8-12 saat içinde değil, derhal etki edecek ve onları istediği kafaya ulaştıracak bir şey lazımdı. Hapı çiğneyince veya ezip damardan verince 8-12 saat içinde vücuda dağılması gereken tüm doz tek seferde vücuda vuruyordu. Ve böylece istenen etkiye ulaşıyorlardı.
Olayın kahramanı: Eczacı Daniel Schneider
Bu bağımlılık olayının asıl keşfi Louisiana'daki St Bernard Parish'de bir eczacı olan Daniel Schneider tarafından anlaşılıyor. Eczacı, uyuşturucu ve bağımlılığa fazla hassas biri. Çünkü 1998 yılında genç oğlunu uyuşturucu sebebiyle kaybediyor. Oğlunun ölümü polis tarafından çözülemiyor. Bu durumda eczacı iş başa düştü diyerek tam bir buçuk senede oğlunun katilini yakalıyor. Bunu yaparken de her şeyi tek tek belgeliyor. Hatta her telefon konuşmasının da ses kaydını alıyor. Bu arada, bu hikayeyi daha ayrıntılı öğrenmek isterseniz de Netflix'de The Pharmacist adlı belgeselde bütün hikayeyi eczacı, birinci ağızdan anlatıyor.

Oğlunun vefatından henüz birkaç sene geçmişken OxyCondin reçeteleri eczacıyı şüphelendiriyor. Çünkü eczaneye reçeteyle gelen kimse bu ilacı alacak kadar hasta görünmüyor. Hatta tam tersi sağlıklı insanlar bunlar. İlk başlarda şüphe çekmeden hastalara bu ilacı hangi amaçla kullandıklarını sormaya çalışıyor. Amacı, hastaların buna gerçekten ihtiyaçları olup olmadığını anlamak. Ama hastalar bu durumlarda eczacıya oldukça sert cevaplar veriyorlar. Bu konuşmalar sırasında da eczacı önlüğünün cebinde ses kaydı cihazını saklıyor.
Eczacı bir şey daha farkediyor ki, OxyContin yazılı gelen reçetelerin neredeyse hepsini tek bir doktor yazıyor. Jacqueline Cleggett adlı bu doktor, hastalara üç ilaç yazıyordu. Bu ilaçlar OxyContin, Xanax ve Soma'ydı ve bunlara kutsal üçlü deniyordu. Ayrıca doktor Cleggett hastalara bu ilacı dozu artırarak yazmak yerine direkt olarak 40 mg üzerinden yazıyordu. Bütün reçetelerde 40 mg OxyContin vardı.
Eczacı hastalarla iletişime tekrardan geçti. Ve doktorun ilaçları kliniğinde geceden sabaha kadar yazdığını öğrendi. Doktor kayıtlarda günde 75 reçete yazıyor gözüküyordu. Oysa o zamanlar bir doktorun günde bakabileceği maksimum hasta sayısı 25-30'du. Eczacı Dan, bir gece doktorun kliniğine gidip uzaktan neler olduğunu izlemeye karar verdi. Bu bir rutin haline dönüştü ve eczacı artık gece gündüz oradan geçer oldu. Her geçtiğinde kapıda bir sürü insan görüyordu. Bu insanlardan bazıları orada 2 gündür aralıksız bekliyordu. İçerde olup ilacını yazdırıp çıkan insanlar ise tek bir tableti bile 400 dolara satıyordu.
Sessiz kalan herkes suçlu
Tüm bunlar olurken bir taraftan yüksek dozdan ölen insan sayısı artıyordu. Ancak bu artış bir eğimle değil, direkt dik bir şekilde olmuştu. Bir anda sanki insanlar anlaşmış gibi ölmeye başlamışlardı. Eczacı bu olayı FBI ve DEA gibi yerel kolluk güçlerine taşısa da istediği karşılığı alamıyordu. Daha fazla insan ölmeden bu iş hallolsun istiyordu ama FBI ve DEA'ye göre yeterli delil yoktu. FDA ise bu ilacın prospektüsüne "bağımlılık yapma oranı düşüktür" ibaresinin konulmasına çoktan izin vermişti.
İnsanların bağımlılığı hat safhadaydı. Artık geceleri eczanelerin camları kırılıyor ve soygun başlıyordu. Yoksunluk krizi insana her şeyi yaptırabiliyordu. Raflardaki OxyContin'ler çantalara doldurulup ya kullanılıyor ya da satılıyordu. Güpegündüz silahla gelip soygun yapanlar da vardı. Dertleri para değildi. Kasayı değil, rafları boşaltıp gidiyorlardı.
Bir taraftan bu işin baş sebebi olan bir şirket vardı. Purdue Pharma şirketi her şeyin farkındaydı. Şirket çalışanlarının sonradan verdiği tüm röportajlarda her şeyi itiraf ettiler. Şirketin başındakilerden en alt kademeye kadar kimse aptal değildi. Bu ilacın reklamı için milyarlarca para gitmişti. Mümessiller hastane hastane, eczane eczane dolaşmıştı. Merhamet meleği diye tanıttıkları ilaç aslında Amerika'da hızla yayılan bir salgın gibiydi.
Sadece şirket olamazdı tabii ki suçlu olan. Deyim yerindeyse bazı eczacılar da bu işten çok tatlı para kazandılar. Ben reçetemi okurum, ilacımı veririm, paramı alırım mantığıyla OxyContin'ler hiç tereddütsüz çıktı eczanelerden. Gelen reçetelerin sayısı eskiye göre beş kat artmıştı. Doktorlar da su yazar gibi yazıyordu ilacı. Başta Jacqueline Clegget olmak üzere bir sürü doktor reçete başına para alıyordu. Tabi ayrıca her yazılan OxyContin başına Purdue Pharma'dan para alan doktorlar da vardı.
Doktor Jacqueline Cleggett'ın sonu
Eczacı, Doktor Clegget'in yakalanması için fırsat kolluyordu. DEA ve FBI için somut bir delil yetecekti. Ve o delil 5 Şubat 2002'de geldi. Eczaneye gelen orak hücre anemisi olan 16 yaşındaki kızın reçeteleri bu delillerdi. Çünkü kızın reçetesinde 80 mg OxyContine, 100 mg Soma ve Valium vardı. Bu kız çocuğunun bu ilaçlara dayanması imkansızdı.
Hatalı doz olan bu reçete sonucu Cleggett açığa alındı. Bir gece ansızın kliniğe polisler ve DEA tarafından baskın düzenlendi. Klinikte kolilerce hazır olarak bekleyen reçete vardı. Bu reçeteler, hastaların gelip isimlerini yazmalarını ve 400 dolar karşılığında bu reçeteye sahip olmalarını bekliyordu.
Duruşma ile açığa alındığı süre içinde Cleggett çok ciddi bir trafik kazası geçirdi. Normal şartlarda bu kazadan çıkmak imkansızdı. Ama Clegget aylarca yoğun bakımda ve entübe olarak yaşadı. Duruşma günü sakat kalmıştı ve bu durum 36 tane suçlamadan sadece birinden yargılanmasını sağlamıştı. Tek suçu kabul eden doktora hapis cezası da verilmedi. Yalnızca meslekten men edilen doktor, hala yaşıyor. Ve kendisi hala yaptığının bir suç olmadığını, OxyContin'in bunlara sebep olmadığını iddia ediyor.
Cleggett'dan sonra onlarca doktor hapse girdi. OxyContin olayı artık eskisi gibi işlemiyordu. İşler çok zorlaşmıştı. İnsanlar bir şeye bağımlıydı ve kaynak kaybolmuştu. Artık başka bir kaynak bulmak zorunda kalmışlardı. Bu da Amerika'da büyük bir eroin alışverişi patlamasına neden oldu. Uyuşturucu kartelleri parayla reçete satan doktorların bıraktığı boşluğu doldurmaya başlamıştı. Eroin kullananların yüzde yetmiş beşi ilk kullandıkları opioidin reçeteli ilaç olduğunu itiraf etmişti. Yani eroin patlaması bir kaza değil, bir plandı.
Burada da OxyContin'in aslında ne kadar tehlikeli olduğunu somut delillerle görüyoruz. OxyContin bağımlısı biriyle eroin bağımlısı arasında bir fark göremezsiniz. Çünkü ikisi de aynı etkiyi gösterir, aynı özelliklere sahiptir. İşte tam da bu yüzdendir ki, kontrole tabi olan veya renkli reçeteyle satılan her ilaç aslında uyuşturucu niteliğindedir. Aslına bakarsanız her ilaç zehirdir, ilacı zehirden ayıran dozudur. İlaçla reklam olmaz, ilacı yetkisi olmayan kimse öneremez.
Purdue Pharma'nın hesabı
Tüm bunlar olup biterken katil şirket Purdue Pharma, ancak 2018 senesinde hesap verdi. O seneye kadar küçük ya da büyük onlarca hatta yüzlerce şikayet vardı şirket hakkında. Şirketin başındaki Sackler ailesi, ölümüne sebep oldukları 500 bin kişinin hesabını vermeliydi. Zira bu aile, OxyContin'in sırtından 13 milyar dolar kazanmıştı.
Hatta Sackler ailesinden birinin özel e-mailinde "Her açıdan suistimalcilerin üstüne gitmeliyiz." dediği ortaya çıktı. Söylediklerinin aksine amaçları insanlara yardım etmek değil, para kazanmaktı. Delillerde açıkça Sackler ailesinin amacının büyük bir reçete dalgası oluşturmak olduğu yazıyordu. Bu olayların akıl almaz yanı ise, Sackler ailesi uyuşturucu bağımlılığı tedavisine destek vermeleriydi. OxyContin tanıtımı yapılırken her zaman ağrının bağımlılıkla ilgisi olmadığını söylemişlerdi.
Purdue Pharma, sonunda 630 milyon dolar ceza ödedi ve iflas bayrağını çekmiş oldu. Bu cezanın 6 milyonu ise Sackler ailesinin payına düştü. Bu olayda kimse hak ettiği hesabı vermedi, cezayı çekmedi ve sessiz kalan herkes suçluydu. Ağrı kesici diye üretilen bu ilaç, Amerika'da resmen bir katliama sebep oldu. Bu olay da ilaç suistimali tarihinin sayfalarına karışmış oldu.