Bilim & Teknoloji Kitap & Edebiyat

BİLİMDE YENİ KEŞİF: İNANCIN BİYOLOJİSİ


Sezer Aygün 8 Aralık 08:40

"Eğer herhangi biri olabilseydin kim olmayı isterdin? "diye başlıyor kitabında, Wisconsin Üniversitesi Tıp Fakültesinde hücre biyoloğu profesörü olan Dr. Bruce H. Lipton. Kitabın adı İnancın Biyolojisi. 2007 yılında ilk basımı yapılan kitabı Türkçe'ye Burcu Ünlütabak çevirmiş. Doktor, 20 yıl boyunca bütün şüphelerine rağmen öğrencilerine biyolojinin temel dogması olan yaşamın genler tarafından yönetildiğini anlatmış. Aynı zamanda insanın da zayıf biyokimyasal makineler olduğuna inandırmaya çalışmış.

Doktor, tüm yaşamı büyük bir varlığın sonucu değil kör talihin şanslı zarları olarak görüyor. (Darwin'in kişisel özelliklerin kalıtım yoluyla çocuklara geçtiği iç görüsü, bilimle uğraşan tüm insanların yaşama dair meraklarını moleküler düzeye indirmelerine sebep oldu. Bence bu haliyle bile o büyük güç kendini gösterirken ters köşe metotlarından birini kullanmış). Dr. Lipton'un doku kültürü üzerinde kopyalanmış insan hücrelerini incelediği araştırma onu uluslararası camiada tanıtır. Her hücrenin bir amaç taşıdığına inanıyor fakat kendinin bir amaç üzere olduğuna hayatı boyunca inanmaz. Kariyerinin zirvesindeyken kişisel hayatının diplerini yaşayan doktor bir anda işini bırakıp Karayip adalarına yerleşmeye karar vermiş. İşte hikaye buradan yol almış.

İnançlar biyolojimizi kontrol ediyor

Gelenekçi Newton fizikçilerinin oluşturduğu çevreden ayrılıp zümrüt yeşili bir adada hücrenin hareketini sağlayan mekanizmalar üzerinde çalışırken yapar bu ilginç keşfi. Bir dalış sırasında bütün bitki ve hayvan türlerinin yaşadıkları çevre ve diğer yaşam formlarıyla beraber bir uyum içerisinde yaşadığını fark eder. (Yıllarını bilime adamış bir insanın bunu sıradan bir dalışta fark etmesi ne enteresan.) Hatta diyor ki “yaşam bir mücadele değil uyum”. Hayatın özü diye tanımladığı bu keşif doktora bambaşka bir dünyanın kapısını aralar.

"Siz kendinizi insan olarak düşünün ama tek hücreli 50 trilyon vatandaşın oluşturduğu bir toplumsunuz" diyor. Hücreler çevresel farkındalıklar tarafından yönetiliyorsa hayatımıza yön veren de, genler değil bizim olaylara verdiğimiz tepkiler. Yani inançlarımız... Dış görünüşümüzden genetik yatkınlığımızın olduğu tüm hastalıklara kadar tüm yapımızı genler oluşturuyor. Fakat bununla beraber yaşadığımız çevre genetik planları birleştiren bir harç gibi çalışıyor. Yani çevre, hücrenin niteliğini değiştirme gücüne sahip.

Yaptığı keşfi duyurduğunda ise bilim dünyasının değişimini “aaa dünya tepsi şeklinde değilmiş yuvarlakmış” diyen medeniyete benzetiyor. O'na göre bugüne kadar yapılmış bütün araştırmalar, büyük bir hata içeriyor. Genlerin kendi kendilerini ortaya koyup karar verme, harekete geçirme gibi bir özellikleri yok. Genler çevresel etmenler tarafından harekete geçiriliyor. Yani bir örnekle, yılanın korkunç bir hayvan olduğunu öğrenmeseydiniz yılana verdiğiniz tepki nasıl olurdu? Aklıma yılana sütü ekmekle yemesini tavsiye eden çocuk hikayesi geldi! 

Newton savunucularına göre; eğer bir şey madde değilse bir değeri yoktur. Zihin, bölgesel olmayan bir enerji ve batı tıbbı yüzyıllardır zihin (enerji) ve vücudu (madde) ayırmaya çalışıyor. 17. yüzyılda bu konudaki Descartes’ın tanımı ile, fiziki bedenin yanında zihin, maddesel olmayan bir özden oluşuyor. Peki madde olmayan zihin, bizim elle tuttuğumuz gözle gördüğümüz dünyada nasıl oluyor da maddeye tesir edebiliyor? İnanç... Pozitif ve negatif inançlarımız hayatımızın her yönünü etkiler. Yani “eğer bir şeyi yapabileceğine inanıyorsan yaparsın, aynı şey yapamayacağına inandığında da geçerli.

Öğrenilmiş algıların hepsi doğru değil

Bizim amigdala, talamus, hipokampus ve hipotalamustan oluşan bir limbik sistemimiz var. Kimyasal iletişim sinyallerini tüm hücreler tarafından hissedilebilen duyulara dönüştüren muhteşem bir mekanizma. Sinyallerin akışını ve sırasını düzenliyor. Prefrontal korteks düşünme, planlama ve karar vermeden sorumlu. Bu sistem uzun süreli hafızaya başvurarak çoğu çevresel sinyale nasıl tepki vereceğimizi tekrar tekrar gözden geçirir. Bu algılar bir süre sonra kalıcı gerçeklere dönüşür. Bu da sanki insanın kendi geleceğini planlıyormuş gibi bir algıya ulaştırır. Ancak burada bir sorun var. Bilinçli zihin olumlu veya olumsuz düşüncelerin oluştuğu yaratıcı kısım. Bilinçaltı ise içgüdülerden ve öğrenilmiş tecrübelerden edinilen etki tepki kayıtlarının depolandığı yer. Bilinçaltı, bilince göre tahmininizden çok daha fazla güçlü.

İnsan dışında diğer tüm canlılar yaşamdaki uyarıları kendileri tecrübe ederken biz, öğretmenler vasıtasıyla öğreniyoruz. Ya bize öğretilen algılar tam olarak doğru değilse? Yani Adem ile Havva’dan bugüne milyarlarca yıl boyunca yeniden yeniden tanımlanan sevgi, nefret, korku, utanç, bağlılık, vb. diğer tüm durumlar evrim geçirerek değişmişse?.. Bu algıların doğruluğunu denetleyen herhangi bir mekanizma yok. Dolayısıyla bizim doğru zannettiğimiz düşüncelerimiz aynı zamanda zihinsel hapishanelerimize dönüşebilir mi?

Bilim bir lambadır. Nereye tutarsanız orayı aydınlatır. Sizin ışık tuttuğunuz yerin dışındaki alanlar hala karanlıktadır.

Dr. Lipton -kendi anlatımıyla- bilimin fildişi kulelerinde yaşarken, gözleri kör bilim insanları tarafından aforoz edilme -hatta idam edilerek yakılma- pahasına yaptığı araştırmayı savunmaya devam ediyor. Önceden din adamlarının reva gördüğü bazı davranışlar onlar din adamı oldukları için, dini savundukları için yapılmıyormuş. Bunu fark edebildiniz mi?  İnsan zihni bazen kendi kendini sabote etmekte çok mahir. Bu kişi bir bilim insanı olsa bile... Son olarak, eğer herhangi biri olmayı seçebilseydin sorusunun cevabına rahatlıkla "kendim" diyebiliriz. Dolayısıyla inançlar değiştiğinde kim olmayı istiyorsak O olmak hiç de zor değil.

Bu yazıyı kargala!
0 Yorum