Annihilation yani Yok Oluş… Film 1 saat 56 dakika uzunluğunda. Alex Garland, Jeff VanderMeer tarafından yazılan üçleme serisinin ilk olan Yok Oluş kitabından esinlenerek beyaz perdeye uyarladı. Bir bilim kurgu türüyle karşılaşmaktasınız. Ancak şunu rahatça söyleyebiliriz ki daha önce hiçbir bilim kurgu eserinde böylesine derin mesaj içeren, bu kadar merak uyandıran ve yine bu kadar felsefi reform çatışması yaşatan bir örnekle karşılaşmadık. Aslında filmi izlediğimizde ilk başta “Evet, standart ölçülerde bir bilim kurgu filmi.” diyoruz. Ancak Yok Oluş filmi esnasında “Acaba?” dediğimiz noktalar filmin bitiminden sonra bizde soru işaretlerini sıklaştırıyor. Ve yavaş yavaş filmin konusu bizi merak duygumuz aracılığıyla esiri altına alıyor. Şimdi gelin hem bu sıra dışı merak unsurlarımızı hem de filmi hep beraber inceleyelim.
Konusu
Her şey, bir deniz fenerine uzaydan gelen gizemli bir cismin çarpması ile başlıyor. Bu şey çarpmadan sonra bir petrolün su yüzeyinde bıraktığı renkli desene benzer bir görüntüye ortaya koyuyor. Sanki deniz feneri bir portalla kuşatılıyor gibi. Her ne kadar meteor gibi gelip deniz fenerine çarpsa da deniz feneri hiç hasar almıyor. Sadece ışık kümeleri etrafa saçılıyor o kadar. Çarpmanın sonucunda deniz fenerinin etrafında gizemli bir Area X bölgesi oluşuyor, girenin geri gelmediği o esrarengiz bölge...

12. Ekip
Bu esrarengiz bölge, yavaş yavaş yayılıyor ve her şeyi kendi bünyesine katmaya başlıyor. Adeta metastaz yapan bir tümör gibi... Bölgeyi incelemek adına çeşitli keşif ekibi gönderiliyor fakat giden geri dönmüyor. Yok Oluş’un ana karakteri Lena. Bir zamanlar orduda görev almış, yaklaşık yedi yıl. Daha sonra biyolog olarak profesörlük yapmaya devam ediyor. Lena'nın eşi asker ve bir gün Lena’ya bir göreve çıkması gerektiğini söylüyor. Lena maalesef uzun bir süredir görevde olan eşinden haber alamıyor. Lena’nın beklemediği bir anda eşi çat kapı eve geliyor fakat Lena’nın mutluluğu eşinin cevapları karşısında kısa sürüyor.

Tüm bunlar yaşanırken Parıltı üzerine araştırmalar devam ediyordu. Parıltı için bu sefer daha önceki gibi askeri birlikler yerine fen bilimi ve sağlık elemanları görevlendirilmişti ayrıca bu ekibin tüm üyeleri kadındı. Bu ekip 12. keşif ekibiydi. 12. keşif ekibi bir ambulans görevlisi, bir fizikçi, bir jeolog, profesör biyolog Lena ve ekibin lideri olan psikolog doktordan oluşuyordu. Geride kalan 11 keşif ekibinden sadece 1 kişi geri dönmeyi başarmıştı: Lena’nın eşi Kane.
Parıltı
Peki ne var bu Parıltı'nın içinde, giden neden geri dönemiyor? Ayrıca gidenden neden haber alınamıyordu? Ekibimiz bu gizemli bölgeye girince betonarme veya teknolojik yığınlarla karşılaşmayı bekliyordu. Fakat her şeyin olağanüstü güzellikte olduğu, Amazon ormanlarına benzer bir bölgeyle karşılaşıyorlar ve dışarıdan bakınca Parıltı büyüleyici gözüküyordu. Peki ya gerçekten de öyle miydi? Aslına bakarsanız evet, gerçekten de insanı büyülüyor, aklıyla oynuyor, değiştiriyor ve bunu nasıl yaptığını ekibimizin zeki üyesi Josie keşfediyor. Josie, pusulayı eline aldığında pusula ibresinin sürekli saptığını gözlemliyor. Yani manyetik alanı bozan bir şey olmalı. Ancak somut olarak görünen bir şey de yoktu. Ayrıca alanın içine giren birinden haber alınamıyordu da. Yani elindeki telsiz veya iletişim aracı üsse bilgi aktaramıyor ya da aktarırken bir bozunma mı söz konusu oluyor?
Üs alandan gelen iletişim dalgalarını dinlediğinde bir parazitle karşılaşıyor. Yani demek ki sinyal, dalga var ama bunlar üsse giderken bozuluyor. Bu da onların kırınıma uğradığının göstergesi aslında. Alandan yayılacak herhangi bir dalga kırınıma uğruyor, pusula da bu sebepten sapıyordu, aynı şey mutasyonlara da sebep oluyordu. Eğer ki hücre bölünmesinin çekirdek bölünmesi esnasında radyo dalgalarını kıran etmenin etkisi söz konusu olursa minimal de olsa eşleşmede sorun meydana geliyor ki bu minimal düzey devasa boyutta soruna sebep olabiliyordu.

Parıltı'da her şey; atmosfer, ışık, bitkiler, hayvanlar bildiğimiz formatlarından biraz sapmış. Parıltı sanki kendi gerçekliğini oluşturmuş yepyeni bir dünya gibi, yepyeni mutasyonlu bir dünya... Peki bu dünyadan neden sadece Lena geri dönüyor? Filmde Lena, neden sadece kendisinin geri döndüğünü çok iyi açıklıyor “Çünkü ben geri dönmek zorundaydım ve sanırım zorunda olan sadece bendim.” Eğer geride bırakamadıklarınız varsa, geri dönmek zorundasınızdır ve tek bir seçeneğiniz vardır:
Geri dönmek.
Peki Lena eski Lena olarak mı geri dönecekti? Uğruna geri döndüğü eşi Kane‘i karşısında bulabilecek miydi? Bu soruların cevabını sizlere Lena ‘nın ona sorulanlarla verdiği cevapla vermek istiyorum:
Bilmiyorum...
Dönüşüm
Yok Oluş bir dizi belirsizlikle birlikte geliyor karşımıza ve belirsizliğin içinde bir belirti arıyoruz aslında. Neden sorunlarımızın cevabı Parıltı'nın içinde saklı ve bizler de ekibimiz gibi neler olup bittiğini son ana kadar öğrenemiyoruz. Son anda taşlar yerine oturuyor. İlginçtir ki aynı zamanda Parıltı'da taş üstünde taş kalmıyor buna rağmen Parıltı amacına ulaşıyor ve kendi kendini yiyen yılan metaforu Lena ‘da can buluyor.

Dönüşüm, yenilenme anlamına gelen kendi kendini yiyen yılan sembolü, görünüş itibariyle bir sonsuzluk işaretine benzese de aslında yeniliği temsil ediyor. Parıltı, sadece güçlü olanların dönüşmesine izin veriyor. Bu evrende güçsüzler doğal seçilim ile ayıklanıyor, son aşama olarak evrenin bir parçası haline geliyor. Parıltı onları tümörün bir bedeni işgali gibi yavaş yavaş sarıyor ve sonunda tümüyle bünyesine katıyor.
Madde ve Enerjinin Senfonisi
Filmin sonunda bir beden, deniz fenerinde yani o şeyin veya alanın merkezinde enerjiye dönüşüyor. Sonrasında portal gibi bir şeye veya fonksiyona. Ardından bir vücut hücresi bu fonksiyona ya da enerji formuna giriyor ve enerji formu bedene yani tekrar maddeye dönüşüyor. Parıltı enerjiyi mi maddeye çeviriyor? Yoksa enerji maddeye mi dönüşüyor?

Gel gelelim bu son söylediğim maddenin enerjiye dönüşme konusundan bahsetme sebebimize. Yok Oluş bize bu sonla beraber sanki uzaydan gelen o şeyin ana amacının madde ve enerji arasında bir dönüşüme sebep olduğunu veriyor gibi. Ve annihilation kelimesine de bakacak olursak yok etme demektir. Fizikte teorik olarak bu şöyle tanımlanır: Maddenin enerjiye dönüşümü. Yani madde yok olur ve enerjiye dönüşür. Maddenin yok olması demek onun benliğini yitirmesi anlamına gelir ve benliğini yok edince de madde enerjiye dönüşür.
Parıltı'nın Amacı
Enerji dalgalarla yayılabilir. Ve dalgalar dalgayı etkileyebilir özelliktedir. Bu da kırınıma ve mutasyona sebep olur. Ancak neden bir madde durduk yere uzaydan gelen bir şey üzerine somut bir etki olmadan enerjiye dönüşsün ki? Veya yok olsun?
Bunun sebebi belki de uzaydan gelen şeyin, insanları yok olmaya mahkum edip onları yeniden kendi istediği şekilde meydana getirmesi olabilir. Burada da bir değişim söz konusu oluyor. Ve bu bize maddenin enerjiye dönüştüğünü ve aslında yok olmadığını da gösteren bir olgudur. Demek ki yok etme diye bir şey aslında yok. Sadece belirli bir şey uğruna değişim var. Burada değişim karşımıza farklı formlarda çıkabiliyor. Bazen bir ayının av sisteminde modifikasyon yapacak bir değişimle, bazen bir timsahın diş düzeninden simetrik bir değişimle, bazen bir dalın yer zeminine dik uzanmasının yanı sıra insan bedeni konstrüksiyonu verecek şekilde gelişmesini sağlayacak bir değişimle ya da bazen de bir insanın sadece zihninde meydana getirilebilecek bir değişimle...
İşte güçlü olanlar bu değişim sonucu, adeta yeniden doğuyor, dönüşüyor, adapte oluyor ve belki de yepyeni bir ırk ortaya çıkarıyor.

Peki sizce Parıltı'nın amacı neydi? Neden Dünya'da aniden belirivermişti? İşte bu sorunun cevabını Kane ‘in artık kim olduğuyla ve Lena’nın değişimiyle verebiliriz. O ikisi artık bizden ve diğer herkesten çok farklıydı. Dünya’ya ait olmayan bir yerden Dünya'ya ait olabilmek için gelmişlerdi belki de. Parıltı yok etmiyor, dönüştürüyordu.
Kim bilir belki de Parıltı, Dünya ‘nın gelişmesi için misafir olmuştu Dünya’ya. Gelmesinin tek sebebi bu masum amacı gerçekleştirmekti.
Değişim zordu fakat gelişim için şarttı.