Merhaba sevgili okur, yazın hayatının sinemaya yansıtılmasını sever misin? Ben mi? Aslında ben bu durumu pek de sevmeyen okurlardan birisiyim. Ama bazen bazı seyir eserleri, kitaplarda etkilediğinden daha fazla etkiliyor beni. Ve genelde bu eserleri buraya taşıyıp size anlatmak istiyorum… (Bakınız: Pinokyo) Bu hafta da yine onlardan birisini yazmaya çalışacağım elimden geldiğince… Evet sevgili okur, bu haftaki konumuz: Çizgili Pijamalı Çocuk
John Boyne ve Çizgili Pijamalı Çocuk
John Boyne 1971 yılında İrlanda/Dublin’de doğan, bu herkesin kuvvetle muhtemel filmiyle tanıdığı ‘Çizgili Pijamalı Çocuk’ kitabının yazarı…
Yazarımız, Dublin’de ‘Dublin Trinity Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olur. Kısa hikayelerle yazmaya başlayan yazarımız bu öykülerin bazıları sayesinde de birkaç ödüle layık görülür.
‘Çizgili Pijamalı Çocuk’ kitabını 2006 yılında yazan yazarımız, bu kitap sayesinde günümüzdeki bilinirliğini sağlamıştır. Kitabın ünlü olmasını 2008 yılında piyasaya sürülen ve tam not alan filmine bağlayabiliriz.
Filmin başarılarının ardından kitap da okuyucular tarafından ilgiyle karşılandı ve 80 hafta boyunca İrlanda’da çok satanlar listesinde bir numarada yer alarak rekora imza attı. Bunun yanında New York Times çok satanlar listesine girerek dünya çapında 5 milyondan fazla satış rakamına ulaştı. İrlanda ve İspanya’da 2007-2008 yılın en çok satan kitabı olarak tarihe geçti. Yazarımızın bu başarısının ardından romanları toplamda 51 dile çevrildi.
Yazarımız John Boyne hâlâ doğduğu şehir Dublin’de yaşamakta ve yazarak üretme sürecine devam etmektedir.

Mark Herman ve Çizgili Pijamalı Çocuk
1954 İngiltere doğumlu senarist ve yönetmen... 2006 yılında John Boyne tarafından yazılan Çizgili Pijamalı Çocuk eseri için kolları sıvar. 2008 yılında İngiltere’de ilk gösterimi yapılan filmden önce pek çok filme imza atan yönetmenimiz de yazarımız gibi aslında çıkışını bu son çalışmasıyla sağladı.
Kitaptan uyarlanan filmin hem senaristliğini, hem yönetmenliğini hem de bazı meslektaşlarıyla yapımcılığını üstlendi. Film pek çok izleyiciden tam not alarak hem yönetmenimizin hem de asıl öykü yazarımızın üne giden yolda kapısını açtı.

Kitabın Anlattığı Hikaye
John Boyne’un Çizgili Pijamalı Çocuğunda anlatılan olaylara gelecek olursak, II. Dünya Savaşı döneminde Nazilerin Almanya’sında yaşayan ve babası asker olan bir çocuğun (Bruno) Berlin’den Polonya’ya taşınıp burada, Auschwitz’teki toplama kampında tanıştığı çocukla arkadaşlığı diyebiliriz.
Bruno ve ailesi babasının görevi icabı kurulu düzenlerini Berlin'de bırakıp taşınıyorlar. Burada yapacak hiçbir şey bulamayan ana karakterimiz Bruno bir keşif oyununda bir arkadaş buluyor kendine. Hem kendisi hem de okuyucu bu durumun yanlış (!) olduğunun farkında. Ama ikili arkadaş oluyor. Ve hikaye buradan şekilleniyor.
Çoğunluğu Bruno'nun hayatından oluşan kitabımızda aslında verilen mesaj açık. Yahudi çocuğun Yahudi olmayan çocukla ilişkisi. Yahudi olmayan çocuğun bu düşmanlık olayına diğerleri kadar keskin bakmaması... Daha doğrusu bakabilecek anlayışta olmaması...
Çocukların gözünden korkunç bir dünyanın perdesini aralayan yazarımız aslında olabildiğince çocuk aklıyla bir şeyler anlatıyor kitapta. Elbette bunu yapmasının asıl sebebi bu kitabın ‘güya’ bir çocuk kitabı olarak geçmesi. Ya da öyle geçtiğinin düşünülmesi… Bilemiyorum.
Kitap hakkında söyleyebileceğim en iyi şey, yazarın akıcı ve anlaşılır dille derdini anlatmaya çalışması olabilir. Bildiğim kadarıyla kitabı tek gecede yazan yazarımız, gerçekten çocuklar okuduğunda kolayca anlayabilecekleri bir dil seçmiş. Bunun yanında olayları anlatırken de yine kolay ve akıcı bir yol izlemiş. Bu durum kitabı kolaylıkla okumanıza olanak sağlıyor elbette.
Filmin Anlattığı Hikaye
Herman’ın gözünden Çizgili Pijamalı Çocuğu değerlendirecek olursak, kitaba sadık kalınan pek çok sahne çıkıyor karşımıza.
Kitabı okurken kendimizi içinde hayal ettiğimiz o dünyanın aslında birebire yakın kopyası gibi düşünebilirsiniz filmi. Seyir dünyasında bazı sahnelerin bir temele oturtulması gerekiyor. (İzleyici bu temel üzerinde hikayenin içine girebilir çünkü.) Herman da tam olarak bunu yapıyor. Kitapta asılı kalan birkaç olayı izleyiciyi tatmin edecek ölçüde -yine ana öyküye sadık kalarak- değiştiriyor. Ana karakterimiz ve ana hikayemiz aynı. Sadece filimde ailemizin Polonya'ya taşındığını bizzat 'baba'nın ağzından duyuyoruz. (Kitapta bunu Shmuel'in Polonya'lı olduğunu söylediğinde kendimiz anlamıştık.)
Okuduğumuz hemen hemen tüm sahneleri filmde izliyoruz. Ancak ekleme ve çıkarma pek çok sahne mevcut.
Bunun yanı sıra filmin çekim yapılan mekanları, dekorlar, kıyafet seçimleri aslında anlatılmak istenen bir hikaye olduğunu gösteriyor. Film ve kitap üzerine yazının ilerleyen kısımlarında çok da olumlu eleştirilerde bulunamayacağım. Ancak şunu söylemeliyim, oyuncular üzerine söyleyebileceğim tek olumsuz bir yorum yok.
Film boyunca belki de en çok ilgimi çeken sahne Bruno karakterimizin dizini yaraladığında evlerinde patates soyan yahudi bir doktorun ona yardım ettiği sahneydi. Tüm film ya da kitap boyunca anlatılan Bruno ve Shmuel ikilisinden ziyade Bruno ve Pavel ilişkisini daha fazla izlemek istedim sanırım. Bunun nedeni de şu, çocuk gözünden anlatılan bir trajedinin diğer yüzünü (yetişkin yüzü) daha fazla görmek istememdi. Çünkü Shmuel da bir çocuk. Ve yaşanılan tüm şeyler -çocuk gözüyle bakıldığında bile- en azından bir yetişkin için yumuşatılamayacak kadar ağır şeyler. Bu gerçekleri yetişkin seyirciye sunan, yetişkin oyuncular ve onların hayat verdiği hikayeler bence...

Kitap Üzerine
Gelelim kitabın içeriği hakkındaki düşüncelerime…
Nazi Almanya’sı hakkında olan eserlerden olabildiğince uzak durmaya çalışan birisi olarak bu kitabın sürekli karşıma çıkması ve devamlı olumlu eleştirileriyle karşılaşmam bana okumam gerektiğinin sinyallerini verdi açıkçası. Ancak yukarıda bahsettiğim sebeplerden ötürü okuması çok kolay olan kitabı aslında ben biraz sürüncemeli okudum diyebiliriz.
Kitabımızda aslında tek bir ana karakterimiz var. Kitaba ismini verdiğini sandığımız diğer karakterimiz 198 sayfalık kitapta ilk defa karşımıza 100. Sayfada çıkıyor. Yani tam kitabın yarısında… O yüzden Yahudi olan ve çizgili bir pijama giyen Shmuel aslında kitapta sıklıkla karşılaştığımız bir karakter değil. Evet ne diyorduk? Tek bir ana karakter… Babası Alman askeri olan Bruno kitabımızın asıl karakteri.
Kitabın kendine çeken tarafı burası, Alman ve asker bir babanın hiçbir şeyden haberi olmayan 8 yaşındaki oğlu ve onun etrafında dönüp duran ve asla ‘gerçekten’ ne olduğunu anlamadığı bir insanlık vahşeti…
Bunun dışında aslında bir çocuğun her şeyden uzakta saf ve temiz dünyasında olan olaylar kitaba hakim. Keşif yapmak isteyen bir çocuk… 5 katlı evinden 3 katlı bir eve taşındığı için üzgün olan bir çocuk… Arkadaşını korktuğu için yarı yolda bırakan ve bu sebeple vicdan azabı çeken bir çocuk… Büyükannesi ve büyükbabasından uzakta onları özleyen bir çocuk… Savaşın ne olduğunu kestiremeyen bir çocuk…
Ve bir de kitabın diğer yüzü var ki bu yüz karanlık…. Savaşın soğukluğunu okura üstü kapalı hissettirmeye çalışan bir yüz… Anne ve babanın sık sık bu sebepten kavga etmesi, büyükannenin babanın yaptığı işi asla desteklememesi, şarabı masaya döktüğü için cezalandırılan (!) bir uşak (ya da doktor), tellerin diğer tarafında ilk tanıştığı kişiye ilk olarak yemeği olup olmadığını soracak kadar aç, 8 yaşında başka bir çocuk…
Hikayenin Bruno tarafı üstü kapalı anlatımlarla okurda hayal gücünün sınırlarını zorlamayı isteyen bir yüz… Shmuel tarafı ise yine üstü kapalı anlatımların ağır bastığı ama okuyucuyu gerçekle tokatlayan gerçek kısım…
...
Çocuklar için olduğu ‘düşünülen’ bu kitabın bana sorarsanız çocuklara anlatabileceği mutlu bir yanı yok. Okurken ‘beynime balyoz’ yemişim hissini bende uyandırmayan eser, sonunu zorlasanız tahmin edebileceğiniz basitlikte. Ama kötüsü bu değil… Kötüsü çocuklara anlatılmak istenen bir mesajının maalesef olmaması.
8-10 bandında yaşa sahip çocukların bu kitabı okuyup hevesle bir şeyler anlatmasını beklemek çok zor.
Bu nedenle bu kitap yetişkinler için (dönemi ve yaşanılanları bildiklerinden) sarsıcı; çocuklar içinse anlaşılmaz bir eser bence. Aynı zamanda yetişkinler için de havada kalan bir tarafı olduğu maalesef su götürmez bir gerçek. Çünkü böyle bir konu etrafında şekillenen bir olay düz bir metinle de insanı etkiler. Ancak amacı olduğu düşünülen ve pek çok kişiden tam not alan bu eser, çocuklara hitap ettiği için oldukça basit düzeyde yaşanılanların en hafif yüzünü okuyucuya sunmakta. Eeee çocuk anlamadığı için etkilenmedi, yetişkin ise bu basit dille hikayenin içine giremedi. Bu durumda yazarın her iki tarafta da amacı havada kaldı. O zaman bu eseri piyasaya sunup sadece çok okunmasını ya da izlenmesini sağlamak maalesef o dönemde bu işkencelere maruz kalmış tüm insanlar ve güya kitabın hitap ettiği çocuk kesimine büyük haksızlık.
Ayrıca çok sevdiğim bir aile büyüğümün dediği gibi çocuk kitapları çocuklara umut aşılamalı. Bunu elbette gerçeklikten uzak yapmalı ya da bu durumları görmezden gelip hiç etmeli demiyorum. Sadece bu eserin, gerçeklikle ya da olanı anlatmakla ilgisinin olmadığını düşünüyorum o kadar. Çocuklara da sonuyla pek umut aşılamadığı aşikar...
Çok ağır bir eleştiri mi bu bilmiyorum. Ama şunu söylemek istiyorum, bu kitap çocuklar için değil yetişkinler için. Ve yine bu kitap bir masal olmaktan çok uzakta bir trajedi...

Film Üzerine
İçerdiği unsurları ele alırsak, hikayeyi daha derinden hissetmenize sebep veren film için de maalesef düşüncelerim aynı.
Bu konu hakkında çekilen filmler, yazılan eserler gerçeği yansıtabilecek kadar güçlü olmalı… Ama bu gerçeğe bu perspektiften ışık tutmaya çalışmamalı.
Filmde durumun yanlış olduğunun farkında olan karakterlerle karşılaşmak mümkün. Kitapta da bu böyle ama seyir, okumaktan daha çok hissettiriyor bunu bize. Ayrıca karakterlerle aranızda daha sıkı bir bağ kurabiliyorsunuz. İzlerken yaptıkları hareketler okurken tanık olduklarınızdan daha farklı.
Bahsettiğim gibi kitaptaki olayların beyaz perdeye aktarılmasında asıl hikayeye olabildiğince sadık kalmışlar. Sadece bazı durumlar değiştirilmiş, bazı detaylar eklenmiş, bazıları çıkarılmış…
Filmimiz maalesef kitapta olduğu gibi kötü sonla bitiyor. Pollyanna değilim sayın okur. Böyle bir konunun elbette böyle bir sonla bitmesi şaşırtıcı bir durum değil. Ancak bu konuyla ilgili izlediğim bir başka filmi örnek vererek aslında yukarıda da anlatmak istediğim şeyi özetlemeye çalışacağım.
‘Hayat Güzeldir’ aynı konu etrafında şekillenen bir film. Ayrıca bu filmde de bir çocuğun gözünden o dünyayı bize anlatmaya çalışıyorlar. Ancak ben bu filmi izlerken ‘Çizgili Pijamalı Çocuk’ filmini izlediğimde hissettiğim kadar karamsar ve kötü hissetmedim. Yaşanılan durum elbette bize umut verecek bir şey değil. Ancak mevzunun tüm karamsarlığını iliklerimizde hissettiğimiz paydaşlarının yanında ‘umut’ kelimesinin varlığını hatırlatıyor bize. Tamamen yok saydığımız bir gerçeği sunuyor ve bir babanın evladına oynadığı oyun çevresinde bu vahşeti anlatıyor.
Elbette o filmde de yaşanılan trajedinin su götürmez gerçekleri biz izleyiciye sunuluyor. Ama bu yapılırken ana karakteri çocuk olup çocuklara hitap eden eserimizdeki kadar anlaşılmaz yapılmıyor.
Ama şunu belirtmem gerekiyor, Shmuel karakteri beni kendine çeken şeydi filmde. Tüm her şey bir kenara 8 yaşında bir çocuğun yaşadığı acıyı izlemek aslında durumun vahimliğini ortaya koyar nitelikteydi. Bruno'nun sahnelerinden ziyada Shmuel'in 8 yaşında hiçbir şeyden habersiz o tellerin arkasında yaşadığı (Bruno'ya) meçhul hayatın anlattıkları, filmi kitabından pek çok adım öteye taşıyor.

Özetle...
Tüm bunları kısaca özetleyecek olursam, maalesef Çizgili Pijamalı Çocuk kitabı ve filmi beni, severlerinin aksine, sadece olumlu eleştiriler yapacağım kadar etkilemedi.
Hayır doğru kelime bu değil. Etkiledi ve sarstı… Ama istenen amaca hizmet etmedi.
Kitabın en sonunda yazan ‘Böyle bir şey bir daha asla olmaz.’ cümlesi ile aslında ne demek istediğimi bir nebze anlamış olmanızı umuyorum.
İzlemek ya da okumak isterseniz elbette şans verin. Kuvvetle muhtemel benimle aynı görüşleri paylaşmayacaksınız ama en azından bahsettiğim noktalarda ne demek istediğimi anlayabilirsiniz.
Şimdiden iyi seyirler ve iyi okumalar…
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere sayın okur…