Bir süredir kitap seçimlerim beni zorluyordu. Hevesle ve merakla başlayıp, biraz zorlanarak okuyordum. Hatta pek tarzım olmasa da yarıda bıraktığım kitap bile oldu geçen hafta. Başladığım kitabı, benim için eziyet haline gelse de, bitirmeden bırakamazdım eskiden. Çünkü ödev gibi gelirdi bana. Hırs yapardım. Otuzlu yaşlarımda anladım ki hayat, keyif almadığın kitabı okumaya zorlayacağın kadar uzun değil. Zorlanıyorsam inatlaşmamak en güzeli. İşte böyle bir haftada Zirvenin Dibindeki Çocuk su gibi geldi bana. Ferahladım. Üstelik ivme kazandım. Kendimi John Boyne kalemine keyifle bıraktım.
Birkaç ay önce babam koymuştu bu kitabı çantama. “Oku, pişman olmayacaksın.” demişti. Bir türlü elime alıp başlayamamıştım. Belki de doğru zaman değildi. Diyorum ya bu hafta Zirvenin Dibindeki Çocuk için en doğru haftaydı. Bir an bile elimden bırakmak istemedim. Uykumdan uyanıp okudum. Terapiye girmeden okudum. Erken kalkıp işe gitmeden okudum. Hep okudum.
John Boyne
John Boyne, New York Times en çok satanlar listesinde zirveye çıkan Çizgili Pijamalı Çocuk kitabı ile daha çok biliniyor aslında. Kitap 2008 yılında sinemaya da uyarlanmış ve çok sevilmiş. Ben de Zirvenin Dibindeki Çocuk bitince koşa koşa onu almaya gittim. Yakın zamanda kitap ve film değerlendirmesini birlikte yapmak için listeme ekledim.

Haftanın kitabına gelince, henüz yedi yaşında önce babasını sonra annesini kaybeden Pierrot baş kahramanımız. 1936 yılında Paris’te başlayan hikaye, İkinci Dünya Savaşı sonrası başladığı yerde son buluyor. Savaş öncesine ve savaş dönemine Adolf Hitler’in malikanesinden bakıyoruz. Hitler’in yükselişini ve çöküşünü öksüz bir çocuğun hikayesiyle birleştiriyor Boyne.
Kalbinin derinliklerinde hala Pierrot olabilirsin, tabi ki. Ama dağın tepesinde -özellikle Beyefendi ve Hanımefendi buradayken- Pieter olacaksın.
Zirvenin Dibindeki Çocuk
Humanist Fransız bir annenin ve nasyonel sosyalist bir babanın oğlu Pierrot. Annesi gibi vicdanlı ve sevecen. Ama asker babasına ve onun duruşuna da hayran. Yaşadığı kayıpların ardından halasının kahyalık yaptığı eve yerleşiyor. Yaşadığı yer Hitler’in Almanyası’nda herhangi bir yer olsaydı, belki sadece ismi değişirdi Pierrot’un. Ama söz konusu yer Adolf Hitler’in evi olunca inançlarını da, vicdanını da, yahudi yakınlarını da Paris’te bırakıyor Pierrot. Pieter olarak yaşadıkları ve yaptıklarıysa hepimizi derinden etkiliyor.
Sıradan kıyafetler giyerken diğer insanlara asla yapamayacakları şeyleri üniformalıyken yapabiliyorlar. Dik yakalar, trençkotlar, postallar…üniformalar hiç suçluluk hissetmeden içimizdeki kötülüğü dışa vurmamızı sağlar.
Zirvenin Dibindeki Çocuk
Üniforma ve üniformalılarla ilgili yedi yaşındaki Pierrot gibi düşünüyorum sanırım. Biraz acımasız geliyor bana. Önyargılı ve mesafeliyim. Ama bir o kadar da kamuflaj deseni seviyorum. Bu da benim kendi çelişkim. Zirvenin Dibindeki Çocuk, üniformaya olan mesafemi hatırlattı bana. Sonra tekrar gardrobumu sorgulattı. Gittim, geldim, bilemedim…
Okumadan önce
Zirvenin Dibindeki Çocuk kitabını okumadan önce Çöküş filmini de izleyebilirsiniz. Kitaptaki karakterleri sanki daha güzel resmettim zihnimde bu film sayesinde. Tabi ki henüz izlemediyseniz Schindler’in Listesi filmini izleyin bir de. Kırmızı elbiseli kız detayını atlamayın sakın. Hatta imkanınız varsa bir de yahudi kampı gezin. Sonra da dönüp kitabı okuyun. Travmalarınızdan beni sorumlu tutmayın ama.
Kitabın finali oldukça tatmin ediciydi. Her ne kadar ben spoiler almayı çok sevsem de bu kitap için size bunu yapmayacağım. Ama finali okumanız için size müthiş keyifli bir mekan önereceğim. Benim için oldukça özel bir mekan.
Daphne Minor
Daphne Minor, Daphne Coffee’nin en küçük ve en eski şubesi. Batıkent Merkez’de, metronun bir arka sokağında. Kocaman bir ağacın altına saklanmış minicik bir mekan. Ahşap dizaynı ve sarı ışıklandırmasıyla oldukça huzur verici. Özellikle akşam saatlerinde burada bir fincan kahve içip hayattan bir süreliğine kopabilirsiniz. Tek başıma vakit geçirmeyi en sevdiğim yerlerden biri. Çok güldüm, çok ağladım, çok dedikodu yaptım o masalarda. Kahve konusunda da favori mekanlarımdandır aynı zamanda. Geçen hafta yeni açılan Çayyolu şubelerine gittim ama aynı sıcaklığı bulamadım. Bir Batıkent ruhu aradım.

Bu satırları içerideki küçücük masada yazıyorum. Sade filtre kahvemi de keyifle içiyorum. Mekana anlam katan en önemli detaylardan biri müzik seçimleri bence. Müzik listeleriyle de kendimden geçiyorum. Deneyin, pişman olmayacaksınız.